1 Mayıs 2008 Perşembe

YERYÜZÜ ve DAĞLARIN SIRLARI KURAN'DA

"O Rab ki, yeri sizin için döşek yaptı." (Bakara Suresi 22)Döşek neden kullanılır hiç düşündünüz mü? Oturması yada yatması insan bedeni için uygun olmayan br yüzeyi yumuşatmak ve rahat edip konfor bulmasını sağlamak için yeni bir tabaka ile örtmek için elbette. Peki Allah neden yeri döşedi? Çünkü döşek olan tasvir edilen “yerkabuğu” yani ince toprak ve kaya tabakası aslında bir ateş denizinin üzerine serilmiş döşek gibi bizi yanmaktan, sürekli ürettiği zehrli gazlardan ve patlamalarından koruyor. Ayrıca yeryüzüne yakın bölgedeki soğumaya yüz tutmuş yarı eriyik haldeki magma tabakası fayların hareketlerini yumuşatarak sarsıntıların şiddetini düşürüyordu.

Stanford Üniversitesinden Prof. Robert Coleman'ın dikkatini ise yine bu ayet çekmişti: "O Rab ki, yeri sizin için döşek yaptı." (Bakara Suresi 22) Niye "döşek" diyordu ayet? Coleman ve arkadaşlarıda, bundan şu sonuçları çıkarmışlardı: "Yerkabuğunun hemen altında, tıpkı döşeklerde olduğu gibi, yumuşatıcı elastik bir madde olmalı. Bu sıvı haldeki mağma tabakasına işaret eder. Arabalardaki yaylı amortisör sistemleri gibi, bu elastik tabaka yerkabuğunu ani sarsıntılardan alıkoyuyor olmalıdır." Ayetin tasvirine göre, kıtalar sanki birer gemi gibi, sıvı bir tabaka üzerinde yüzüyordu. Keza bu tasvir, bir başka ayette de çizilmişti: "O yeri döşedi."

DAĞLAR NEDEN YARATILDI

Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık... (Enbiya Suresi, 31)
Bu çıkması da inmesi de zor olan ihtişamlı yükseltiler neden yaratıldı acaba. İnsana eziyet olsun diye mi? Elbette hayır. Allah Kuran’da onların bizi sarsmasını engellediğini söylüyor. Nasıl mı?


Dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir. İki tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer. Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Altta kalan tabaka ise yer altında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana getirir. Dolayısıyla daha evvel de belirttiğimiz gibi dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yer altına doğru ilerleyen derin bir uzantıları daha vardır. Bilimsel bir kaynakta dağların bu yapısı şöyle tarif edilir:
Kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yer kabuğu mantoya derinlemesine saplanır.

Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7)

Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi. Ancak bilim adamları dağların sadece yüzey yükseltileri olmadıklarını, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler. Bu özellikleriyle dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir. Örneğin zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağı'nın 125 km'den fazla kökü vardır. Bu sağlam kök aynı yumuşak bir döşeğin üzerine çakılan sağlam kazıklar gibi döşeğin kaymasını, dağılmasını engeller. Üzerinde durduğumuz ince ve yumuşak yerkabuğu hızla dönen sıvı haldeki bir ateş topunun üzerine döşenmiştir.

Amerikan Bilim Akademisi eski Başkanı Frank Press'in, dünya çapında pek çok üniversitede ders kitabı olarak okutulan Earth (Dünya) adlı kitabında, dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryüzüne derinlemesine gömülü oldukları ifade edilmektedir.

Yeryüzünün binlerce metre altını ve dünyayı çepeçevre kuşatan o gözler ve Hz Muhammed’in kulağına fısıldanan asla kendi kendine bilemeyeceği bu akıl almaz modern bilgileri kim iletti acaba? Çobanlık yada deveyle ticaret yapan arkadaşları mı? Kızlarını diri diri gömen ve Putlara tapıp acıkınca o putları yiyen bir çöl kabilesimi? Arenalarda aslanlara insan parçalatan zamane imparatorluklarının sondaj cihazları ve uyduları ile mi öğrendi? Sizce kim meydan okudu; “Yerlerin ve göklerin sahibi, herşeyin bilen Allah Benim, artık görmüyor musunuz, bu sözler uydurma değildir, sizi yaratanın dosdoğru sözleridir” diyerek Kuran’da.

Bugün biliyoruz ki, yeryüzünün kayalık olan dış katmanı, derin faylarla kırılmıştır ve erimiş magma üzerinde yüzen plakalar halinde parçalanmıştır. Dünya'nın kendi ekseni çevresindeki dönüş hızının çok yüksek olmasından ötürü, yüzen plakalar eğer dağların sabitleştirici etkisi olmasaydı, hareket halinde olacaklardı. Böyle bir durumda yeryüzü üzerinde toprak birikmeyebilir, toprakta hiç su depolanmayabilir, hiçbir bitki filizlenmeyebilir, hiçbir yol, ev inşa edilemeyebilirdi; kısacası Dünya üzerinde hayat mümkün olmayabilirdi. Ancak Allah'ın rahmetiyle dağlar tıpkı çiviler gibi görev yaparak, yeryüzündeki hareketliliği büyük ölçüde engellerler.
Görüldüğü gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda keşfedilen dağların çok hayati bir işlevi, yüzyıllar önce indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de Allah'ın yaratmasındaki üstün hikmete bir örnek olarak verilmiştir. Bir ayette şöyle buyrulur:
... Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı... (Lokman Suresi, 10)

MERALARIN PETROLE DÖNÜŞMESİ

Ve o ki, o yeşillikleri çıkardı. Sonra da onu karamsı bir sel kusuğuna çevirdi (A'LÂ suresi 4-5 ayet)

Herhalde petrolün siyahi bir renkte olduğunu, yeryüzünün yeşilliklerinin toprak altında uzun süre kalarak basınç etkisiyle oluştuğunu bilmeyen yoktur. Ayrıca Kuran öyle hikmetli bir kelime kullanmıştır ki; o "gusaen” dir. Sel kusuğu, ve köpüklü bulanık pislik manasında kullanılır. Meralar petrole dönüşerek bulduğu çatlaklardan ilerleyerek yeryüzü tarafından kusulur.

Petrolün çıkarılıp kullanılışı ve yaratılış şekli ancak birkaç yüzyıldır mümkün olmuştur. İlkel bir çöl toplumunun 1400 yıl evvel bu bilgiyi edinmesine imkan yoktu.

Hiç yorum yok: