1 Mayıs 2008 Perşembe

GÖKLERİN SIRRI

SICAK DUMANDAN YARATILIŞ

Dünyanın oluşumu esnasında ilk atmosfer ve okyanuslar oluşmuştur. Bu dönemde yeryuvarı çok sayıda meteor düşmesine hedef olmaktaydı ve volkanik etkinlik çok yüksekti. Dünyamız, volkanların püskürttüğü metan, amonyak, su buharı, hidrojen sülfür, karbon mono ve dioksit, azot, fosfor ve kükürt gibi gazlardan oluşan ilkel ve bugünkü canlılar için zehirli bir atmosferle çevriliydi.

Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler. (Fussilet Suresi, 10-11)

Hayalinizde canladırabiliyor musunuz. Her an dünya üzerinde binlerce dev volkanın patlaması ve sürekli düşen meteorlar yüzünden zehirli gazlarla yüklü bir gök. Her yer duman halinde. İşte Allah dünyada ki bu dönem için önce dağları yarattığını yerleştirdiğini olacak bereketleri takdir ettiğini ona dgöre düzen verdiğini sonra da duman halinde olan gökyüzüne hükmedip gerçekleşmesini istediği bereketler ve yaşam için onları bir arada çağırıyor. Onları birbirine uyumlu yarattığı için ikisi de isteyerek geldik yani boyun eğdik, istediğin gibi duracak ve düzen içinde olacağız diyorlar. Tabi ki bunlar hal diliyle insanın anlayamayacağı bir dilde her varlığın kendi öz dilinde gerçekleşiyor. İşte dünyanın bu jeolojik oluşum sırası o devirde heryerin gaz ve duman ile yüklü olup düzenin bulunmadığını anlattığı devridir Kuran da. Bilim bu döneme “HADEAN (4.600 - 4.000 milyon yıl) devri demiştir. Elbette bir kimsenin bindörtyüzyıl evvel dünyanın jeolojik ve tahmin edilemez safhalarını bilmesine imkan yoktu. Bunları keşfetmek için yüksek teknoloji gererkiyordu. Oysa o bir ümmi idi. Ve bunları kendisinin bilmediği fakat Allah’ın kendisine bildirdiğini, kendinde bir üstünlük olmadığını bildiriyordu.
Bazı tefsirciler bu dönemin bundan 5 milyar yıl evvel uzayın da genel olarak sıcak duman halinde oluşunu ve bu oluşum sürecin hala devam ettiğini düşünerek “sıcak duman” ifadesinden kainatın sıcak gaz halindeki dönemi kasdedildiği şeklinde yorum getirmişlerdir. Fakat bu yorumun yanlış olma ihtimali yüksektir. Çünkü; dağlar yaratıldıktan ve yerde rızıklar takdir edildikten sonra yani canlıların ortaya çıkmasından bir adım evvel ki dönemde yıldızlar çoktan oluşmuştu ve gaz hallerinden dünya ve güzeş gibi soğuyarak büyük ölçüde yoğunlaşıp sertleşmişlerdi. Ayrıca Arapça da gaz kelimesi de duman kelimesi de bulunmakadır. Uzayda ilk yaratılıştaki durum sıcak gaz halinde idi bu yüzden Kuranda gaz kelimesinin kullanılması gerekirdi; eğer dünya yaratılmadan evvelki dönem kasdedilseydi. Fakat duman kelimesi kullanılmıştır. Bu tabir hem jeolojik tarih hem de yanardağlardan kaynaklanan göğü kaplamış dumanın tabiri için en uygun olandır


YER İLE GÖĞÜN BİRBİRİNDEN AYRILIŞI

Kuran'da göklerin yaratılışı hakkında bilgi verilen bir başka ayet ise şöyledir:
İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? (Enbiya Suresi, 30)

Ayetin "birbiriyle bitişik" olarak tercüme edilen "ratk" kelimesi, Arapça sözlüklerde "birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumda, kaynaşmış" anlamlarına gelir. Yani tam bir bütün oluşturan iki maddeyi tanımlamak için bu kelime kullanılır. Ayette geçen "ayırdık" ifadesi ise Arapça "fatk" fiilidir ki, bu fiil bitişik durumdaki bir nesneyi yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamına gelir. Örneğin tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması Arapçada bu fiille ifade edilir.
Şimdi ayete tekrar bakalım. Ayette göklerle yerin birbiriyle bitişik, yani "ratk" durumunda olduğu bir durumdan bahsediliyor. Ardından bu ikisi "fatk" fiili ile ayrılıyorlar. Yani biri diğerini yararak dışarı çıkıyor.

Bu durum tam da bir önceki ayette anlatıldığı gibi ilk jeolojik devirlerde dünyanın içindeki volkanların püskürttüğü metan, amonyak, su buharı, hidrojen sülfür, karbon mono ve dioksit, azot, fosfor ve kükürt gibi gazlardan atmosferi oluşmuştu. ( kaynak MTA Enstitüsü – Jeolojik Dönemler ) Dolayısıyla atmosferimiz yerin dibinde gizliydi, yere kaynaşmıştı. Volkanların yoğun şekilde patlaması ile dışarı çıktı. Yani birbiriyle içiçe yapışık halde ikan ayrıldılar ve uzun bir düzenleme döneminden geçirildikten sonra canlıların oluşumuna uygun bir hale getirildiler. Ayette hemen sonra her canlı şeyi sudan yaratmaya başlandığı anlatılıyor ve o günki insanlar için garip gelen fakat günümüzde kabul edilmiş bir gerçeği gözler önüne seriyor.

MTA Enstitüsüne ve güncel verilere göreya göre “Dünyamız, volkanların püskürttüğü metan, amonyak, su buharı, hidrojen sülfür, karbon mono ve dioksit, azot, fosfor ve kükürt gibi gazlardan oluşan ilkel ve bugünkü canlılar için zehirli bir atmosferle çevriliydi. Henüz ozon tabakası oluşmadığından güneşin mor ötesi ışınları yeryüzüne kolaylıkla ulaşıyordu. Maddelerin yüksek enerji altında sentezlenmesi sonucu yeni moleküller oluştu ve okyanusların korunaklı yerlerinde birikti. Bu şekilde başlayan ve uzun süre devam eden kimyasal evrim süreci ile moleküllerden bir kısmı değişime uğradı ve canlılığın temel maddesi olan DNA ve RNA molekülleri haline geldi.” Olayın bilimsel izahını bu şekilde tahmin etmeye çalışan bilime cevap 1400 yıl evvelden ilahi bir soluk olarak geliyor bu bilgiler. Bizi de şaşırtıyor çünkü nerdeyse herşeyi apaçık anlatarak perdeleri kaldırıyor günümüz insanı için. Ve diğer ayetlerde de belirtildiği üzere “gün gelecek o delilleri göreceksiniz“ deniyor.

Gök kelimesi dilimizde nasıl kullanılıyorsa Arapça dilinde de aynı şekilde “semavat” olarak kullanılmaktadır. Biz de göğe bu dilden etkilenerek “sema” diyen de vardır. Biz nasıl “gökteki bulutlar, kuşlar” derken de “gökteki yıldızlar” derken de aslında bir kelime ile farklı alanları anlatıyorsak aynı şekilde Kuran ve araplar içinde de uzay için ayrı bir kelime türetilmiş değildi. Aynı günümüzde ki tabirleriyle yerler ve gökler anlatılmış, insanların anlayacağı şekilde bir cümle bütün jeolojik devirler insanların gözleri önüne serilmek istenmişti. İşte bu durumdan yola çıkarak yine bazı tefsirciler “yer ile göklerin” başta bitişik iken sonra ayrılmasını “big bang” de yani patlamının ilk anında ki yoğun sıcak kozmik noktayı kastederek. İşte bu anda yer ve gökler bu noktanın içinde birbirine bitişik di demektedir. Her iki durumda da veriler çift yönlü olarak Kuran’ı desteklesede bizce ayetin olayları anlatış şekliyle; göklerin düzenlensinden hemen sonra canlıların sudan yaratılmaya başlaması anlatılarak bu olayın ancak bu şekilde anlaşılması gerektiğini belirtiyor.


KORUNMUŞ TAVAN
Kuran'da Allah, gökyüzünün son derece önemli bir özelliğine şöyle dikkat çeker:
Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32)
Ayette belirtilen gökyüzünün bu özelliği, 20. yüzyıldaki bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır.
Dünya'yı çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünya'ya doğru yaklaşan irili ufaklı pek çok gök taşını eriterek yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini engeller.
Atmosfer, bunun yanı sıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. Atmosferin bu özelliğinin en çarpıcı yönü, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir. Bunların tümü yaşam için gerekli ışınlardır. Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır. Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır.
Atmosferin koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz. Dünya, uzayın ortalama eksi 270 C derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur.
Dünya'yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca atmosfer değildir. Atmosferin yanı sıra "Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş'ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya'daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir

GERİ DÖNDÜREN GÖK

Kuran-ı Kerim'de, Tarık Suresi'nin 11. ayetinde gökyüzünün "geri döndürücü" özelliğinden şöyle bahsedilir:

Geri döndüren göğe andolsun. (Tarık Suresi, 11)

Dünya üzerindeki canlı yaşamı için suyun varlığı son derece önemlidir. Suyun oluşmasındaki etkenlerden bir tanesi de atmosferin katmanlarından biri olan Troposferdir. Troposfer tabakası okyanuslardan yükselen su buharını yoğunlaştırarak yeryüzüne yağmur olarak geri döndürür.

Yeryüzündeki yaşam için öldürücü olabilecek ışınları engelleyen atmosfer katmanı ise, Ozonosfer tabakasıdır. Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer tabakası ultraviyole gibi zararlı kozmik ışınları uzaya geri döndürerek, bu ışınların yeryüzüne ulaşmasını ve canlılığa zarar vermesini engeller.

Atmosferin her katmanı insanlara yararlı özelliklere sahiptir. Örneğin atmosferin üst tabakalarından biri olan İyonosfer tabakası, belli bir merkezden yayınlanan radyo dalgalarını yeryüzüne geri yansıtarak bu yayınların uzak mesafelerden bile algılanmasını sağlar.
Bilindiği gibi Dünya'yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır.
İncelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır.
Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim.
Örneğin 13 ile 15 km yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesini sağlar.
25 km yükseklikteki Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer, uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak, yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri dönmelerini sağlar. İyonosfer tabakası da yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını bir uydu gibi yeryüzünün farklı bölgelerine geri yansıtarak, telsiz konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden izlenebilmesini sağlar. Manyetosfer tabakası ise, Güneş'ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya geri döndürür.
Gökyüzü tabakalarının henüz yakın bir geçmişte keşfedilen bu özelliğinin yüzyıllar öncesinden Kuran'da belirtilmesi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha tasdik etmektedir.

YÜKSEK İRTİFADA NEFES ALMAK


İnsan yaşayabilmek için oksijen ve hava basıncına ihtiyaç duyar. Soluk almamız ise havadaki oksijenin, akciğerlerimizdeki hava keseciklerine girmesiyle mümkün olur. Ancak yükseklere çıktıkça, Dünya'nın atmosferi inceldiği için atmosfer basıncı, dolayısıyla da kan dolaşımına giren oksijen miktarı düşer. Bunun sonucunda nefes almak zorlaşır. Akciğerin hava kesecikleri daralıp büzülürken, göğüste boğuluyormuş ve nefes alamıyormuş gibi bir his oluşur.

Eğer kandaki oksijen vücudun ihtiyacı olandan daha az olursa, vücutta birtakım rahatsızlıklar ortaya çıkar. Aşırı yorgunluk, baş ağrısı, baş dönmesi, mide bulantısı ve muhakemenin bozulması gibi belirtiler yaşanır. Belli bir yüksekliğe ulaşıldığında ise insan için nefes almak artık imkansız hale gelir.181 Dolayısıyla bizim böyle bir yükseklikte yaşayabilmemiz için oksijen desteğine ve özel giysilere ihtiyacımız olur.

Deniz seviyesinin 5.000-7.500 m yukarısında olan bir kişi, nefes alma güçlüğü nedeniyle bayılarak komaya girebilir. Bu yüzden uçaklarda nefes almak için oksijen donanımı da mevcuttur. Uçaklar deniz seviyesinin 9.000-10.000 m yukarısında uçarken kabinde hava basıncını düzenleyen özel sistemler vardır.
"Anoksiya" olarak bilinen rahatsızlık da vücut dokularına oksijenin gitmemesinden kaynaklanır. Bu oksijen eksikliği, 3.000-4.500 m yükseklikte meydana gelir. Kimi insanlar böyle bir ortamda bilinçlerini bile kaybedebilirler, ancak hemen oksijen takviyesi yapıldığında hayatları kurtulabilir.
Aşağıdaki ayette yapılan benzetmede bu fiziksel gerçeğe -yüksekliğin artmasıyla göğüste meydana gelen değişime- şöyle işaret edilmektedir:
Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (Enam Suresi, 125)
Bu ayetle Allah gerçek mutluluk ve huzur için ancak Kuran zikrinin ve İslam’ın ilaç olduğunu da anlatmıştır. Bizi yaratanm elbette bizim içinneyin faydalı olduğunu bizden iyi bilir. Bizler çoğunlukla içki, uyuşturucu aşırı yemek para ve şehvetde ararız ve sürekli sıkntıya düşeriz.

YOKTAN YARATILIŞ
O (Allah) Evren'i (Gökleri) ve yeryüzünü yoktan yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir.
2-Bakara Suresi 117
Big Bang adı verilen büyük patlama ile tüm kainatın yoktan varedildiği ispatlanmıştır. Sonsun enerjiye sahip tek bir noktadan başlayan patlama tüm kainatın ve sistemlerin oluşmasına sebep olmuştur. Tek bir noktadan etrafa doğru yayılan adeta bir bombanbın infilakına benzeyen enerji genişlemesi hala devam etmekte ve tüm kainat yayılarak bir balon gibi genleşmektedir.

Patlamayı yada sonsuz enerjiyi kim meydana getirdi ? Ve bunu Kuran’da kim haber verdi? Materyalist felsefeye göre Evren’in yoktan varolması imkansızdı, iddialarına göre kainat hep burdaydı ve ezeli olarak sonsuzdu. Fakat Büyük patlamanın yüzlerce delille ispatlanması ve hatta yeni gelen uydu görüntüleri ile patlamanın adeta izlenmesi ile bu düşünce tamamen çöktü.

Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz biz, (onu) genişletici olanlarız. (Zariyat Suresi, 47)

Bazı materyalist bilim adamları Big-Bang'in ispatından sonra yaratılışı kabul etmeye mecbur olduklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardır. örneğin İngiliz materyalist fizikçi H.P. Lipson, Big Bang teorisini ister istemez kabul etmek zorunda olduklarını şöyle itiraf etmiştir: "Bence, bu noktadan daha da ileri gitmek ve tek kabul edilebilir açıklamanın yaratılış olduğunu onaylamak zorundayız. Bunun ben dahil çoğu fizikçi için son derece itici olduğunun farkındayım, ama eğer deneysel kanıtlar bir teoriyi destekliyorsa, bu teoriyi sırf hoşumuza gitmediği için reddetmemeliyiz."
Ayrıca göğün büyük bir kudret ( enerji) ile yaratılmış olması; tüm kainatın yoğun enerjiden var edildiğine dair modern fiziğin ortaya koyduğu son verileri de desteklemektedir. Tüm kainat bir enerji denizinden ibarettir. Bizim evrenin bir kısmını şekil ve renkler olarak görmemiz sadece gözümüzün ve beynimizdeki algı sisteminin bu doğrultuda dizayn edilmiş olmasındandır.

Hiç yorum yok: